26 Mayıs 2013 Pazar

ölü bedene dokunmak

                                 

dokunma duyusunu yitirdiğin ana denk düşer..

yıl 1995, ağustos'un 8'i. henüz zaman ve ölüm kavramını bilmediğim günler..

annem kötü bir hastalık dönemi içerisinde, büyüdüğümde anlıyorum, kansermiş halbuki. çocuk kalbi ne anlar, senin üşüttüğün gecelerden kalma tatlı bir hastalık sanıyor insan, üzülüyor ama kaybetme korkusu da yok o zamanlar, geçer diyor, geçecek diye umut ediyor. umutsuzluk nedir bilmiyor, ölüm nedir, kaybetmek nedir bilmiyor. babam arabistan'da çalışıyor, malum türkiye şartlarındaki ekonomik krizden dolayı gurbette ekmek derdine düşmüş. biz de başımızda kimse olmadığı için amcamlarda kalıyoruz. derken annem fenalaşmış olacak ki, yengem hastahaneye annemin yanına gideceğimizi söylüyor. endişeleniyorum, endişe kavramının ne olduğunu bilmeden. hastahaneye varıyoruz, görevliler beni küçük olduğum için enfeksiyon kapacağımdan dolayı içeri almıyor, neyse ne yapıp edip bir yolunu buluyor, gizlice annemin yanına çıkıyorum. beni görüyor, seviniyoruz, sarılıyoruz, durumu da çok kötü değil, içim rahat çıkıyorum hastahaneden. bir gün sonra rüya görüyorum, annem ölmüş, tabutla götürüyorlar, herkes başında sağolsun falan diyor. bir garip uyanıyorum sabaha. anlamdıramıyorum rüyamı..

bir hafta geçiyor aradan. tekrar annemin yanına gitmek üzere yola çıkıyoruz, bu sefer yengem biraz daha telaşlı, bu sefer korkuyorum. hastahaneye gittiğimizde annemi hiç olmadığı kadar kötü görüyorum. gözlerinin feri sörmüş, vücudu sapsarı, her yeri su toplamış. anne diyorum, sesleniyorum, ışıltısı kaçmış gözleriyle bana doğrultuyor gözlerini, tanıyorum. annem beni tanımıyor, kendimi ilk defa ona karşı yabancı hissediyorum. ağlamak ney, üzülmek ney, kaybetmek ney, ilk o an anlıyorum. bir çocuk kalbiyle gözyaşlarımı içime akıtıp, üzüldüğümü belli etmeyerek ayrılıyoruz hastahaneden..

bir gün sonra tekrar rüya görüyorum, annem ölmüş, sanki tekrar tekrar ölmüş, tekrar tekrar defnediyorlar. kan ter içerisinde uyanıyorum, uyanınca çocuk olmuyorum artık, ölmek hergün uykudan uyanmak gibi geliyor. derken bir öğlen yengem gilin evinde bir karmaşa bir telaş yaşanıyor, sürekli misafirler, sürekli dert yanma, şaşkınlık ve üzüntü hali. gelen misafirler bana bakıyor, acırmışcasına, anlamdıramıyorum, bir şeyler olacak hissediyorum.

bir sabah beni köye gidiyoruz diye uyanıdırıyorlar, 8-9 yaşlarındayım, köy nedir bilmiyorum, sevindirik oluyorum. arada giderken herkesin gözleri dolu, anlamdıramıyorum, herkes sıkı sıkı sarılıyor bana, şaşırıyorum. duruyoruz geniş bir alanda, üstelik ağaç falan da yok, demek köy böyle bir şeymiş diyorum. arabadan iniyoruz, geldik diye seviniyorum. bir dakika sonra bizle fazla bağlantısı olmayan akrabalarım aynı yerde duruyorlar, bir anda ortalık mahşer yerine dönmeye başlıyor, halamın ilk ağlayışıyla beraber kafama bir şeyler dank ediyor, annem öldü galiba. bir kaç dakika sonra cenaze arabası geliyor, üzerine türk bayrağı serili, böyle köy böyle seronomi olmaz diyorum, hissettiğim şeyin olmadığına dair kendimi kandırmaya çalışıyorum ama olmuyor. cenaze arabası yaklaşıyor, çığlıklar, feryatlar çoğalıyor...

dünya zifiri bir karanlığa bürünüyor, herkesin gözü benim üzerimde, acımtırak bakışlar, iç sızlanmaları, kimseyi göremiyorum, dünya bir adım ötemde can çekişiyor.

cenazeyi arabadan indiriyorlar. içimden nereye götürüyorsunuz annemi diyorum ama sesim çıkmıyor. kaldırımda yığılıp kalmışım, bakışlar benim üzerimde, sanki kıyamet kopmuş ve ben tek başınayım, utanıyorum bana acımsar bakan yüzlerle gözgöze gelmeye. annemi ölü yıkama odasına götürüyorlar, benim başım iki elimim arasında, olanları idrak edemiyorum.

bir kaç dakika sonra biri bana sesleniyor, çeviriyorum kafamı, kim olduğunu göremiyorum ama sözlerini anlamaya çalışıyorum " hadi gel oğlum anneni son bir defa öp"

zaman havada asılı kalmış, zaman yok, hisler kaybolmuş, renk yok.

omuzuma yüklenen tonlarca ağırlıkla kalkıyorum yerimden, daha küçüğüm lan, 8 yaşındayım, kaldırır mı bu el kadar beden bunca acıyı. ağır adımlarla odaya doğru ilerliyorum. bat dünya bat. annemin gözleri açık, belli ki gurbette olan babamın hasretiyle gözü açık gitmiş. ağzının arasına tülbent koyup çenesinden bağlanmış. ne yapmışlar anneme diyorum, dünya üzerime geliyor. yıllarca kucağında huzur bulduğum o beden cansız bir şekilde soğuk bir mermerin üzerinde hareketsizce duruyor. yaklaşıyorum yanına, elini tutuyorum, soğuk, hissiz, renksiz.. ellerim titriyor, ilk defa annemden korkuyorum, ilk defa dokundukca huzur duyduğum, hayat bulduğum o bedene yabancılaşıyorum. artık o cansız. birkaç gün önce hayat dolu baktığı gözleri donuk. birkaç dakika önce var olan umutları, korkuları, hayalleri, sevgisi, nefreti, sönmüş... neyi varsa hayatta o beyaz çarşafın altında. çarşafın altında ise soğuk bir beden, o benim annem. morga gidecek ölü, çarşaf da yıkanacak çamaşırhanede diğer ölü adaylarının üzerine örtülmek üzere. son kez öpüp başıma götürüyorum annemin ellerini, son kez tenine dokunuyorum annemin, ve bir daha hiçbir sabaha çocuk olarak uyanamıyorum, ve ondan sonra dokunduğum hiçbir beden o olamıyor.

"anne girdin düşüme
yorganın olsun duam
mezarında üşüme" *

5 yorum:

  1. anneler öldükten sonra çocukluk biter :(
    bir daha hiç bir zaman çocuk olamayacağız maalesef

    YanıtlaSil
  2. 2014 de hala bekliyoruz sizi nerde yeni yazılarınız :(

    YanıtlaSil
  3. okumadım okusam ağlarım

    YanıtlaSil
  4. geldim geldim. artık buralarda travmalarım biriktireceğim.

    YanıtlaSil

biraz müzik lütfen