14 Ekim 2011 Cuma

yuvarlağın köşeleri ( sonsuz sayıdadır )


özdemir asaf'ın 1940-1981 yılları arasında yazdığı etika türündeki özdeyişlerin bulunduğu muhteşem bir başucu eseri. üstelik içerisinde sadece aşk ve sevgi adına deyişler bulunmuyor; hayatın her köşesinden çok ince saplantılar bulmak mümkün. mevcut kelamlar, bazan kendi kendine konuşan birdeliyi bazansa rüyasında sayıklayan bir hastanın ağzından çıkan sözleri çağrıştıran cinsten. tabi sözcüklerin derinlikleri, yaratıcı imgeler, müthiş çağrışımlar derken her yönüyle okuyucusunu büyüleyen nitelikte bir eser. kitabın birinci bölümünde özdemir asaf'ın 33 başlıkta topladığı ve 1961' de yayımladığı 432 etika yer alıyor. ikinci bölümünde ise, üstadın ardında bıraktığı yazıları arasından eşi yıldız arun ve oğlu gün arun tarafından seçilen, 58 başlık altında 704 etika mevcut. ayrıca etikaların büyük çoğunluğu özdemir asaf'ın müsveddelerindeki yazılarından oluşuyor. hepsi gerekli tarihleriyle değiştirilmeden aktarılmış. eserdeki yazıların çoğunluğuna bakılacak olursa, özdemir asaf'ın ünlü daralmalarını yok sayarak düzyazıya ayrı bir gerilim kattığı görülüyor, pes doğrusu. ben sözü uzatmadan bu eşsiz eserden muhteşem anektodlarla sizleri başbaşa bırakıyorum. gözlerle değil dudaklarınızla okuyunuz

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

konumuz düşünmek:

* " ileride daha çok edecek " diye sakladı kendine ne kalmışsa nesi varsa. gerçekten dediği doğru çıktı. malları daha çok etti. saatine baktı, beş geçiyordu. kendine baktı, beş vardı. ya da saati beş vardı, kendi beç geçiyordu. düşüncelerinde başarılı ve kazançlı oldu ama yaşamdaki o on dakikalık açığı kapatamadı bir türlü.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

sözcüklerle

uykunun insanın içinden geldiğini sananlara:

* "uyku bütün gece onun başının üzerinde döndü dolaştı..sığacak bir yer bulamadı, gitti."

hatırlamayı ve unutmayı anmak:

unuttum..demekle akıldan sıfır alınır. hatırlamayorum..demekle namustan

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

yarış ve savaş:

* bir savaşta yenilenler aralarında yakınlaşır..yenelerin arasında anlaşmazlık çıkar. 

neden ?

yenmek, yenilmek kadar kesin olmaz da ondan..

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

sevgi ile sevgiye karşı:

* ben desem ki:

* saraya her şey alınabilir, her şey gireblir. bir şey sokulamaz. aşk. bütün eski sarayları gezdim..kadınla doluydu. şiirleri, sazları, sözleri, içkileri,renkleri, suları, oyunları, masalları kısaca aşkın bütün endüstri araçları vardı. aşk neye yüzyıllarca dağlarda, denizlerde gezmiş- dolaşmış anladım.

-sevgi kolay aşk zordur..

sen desen ki:

-sevgi zor aşk kolaydır..

kimi, neyi değiştirebileceğiz ?

* aşk'ın öncesi yoktur. ötesi mi ? o hiç yoktur.

* seni sevemeyecek kadar beğeniyorum.

* her sevgi yorulmak demektir, her yorulmak bir sevgi değil.

* sevgi'den ad yapılıyor..mutlu'dan ad yapılıyor..aşk adında ne bir kadın gördüm ne de bir erkek..bu korku neden ?

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

akıldan okuldan yana :

* dünyanın ne kadar çirkinliklerle dolmaya başladığını çocuklara anlatmalı mı, yoksa bunu onlardan saklamalı mı? yız..
her iki durumda da yenik düşeceğiz. diyelim " kim yaptı ? " diye sormayacaklar. niçin ? neden ? de mi demeyecekler..

* " ben senden bir şey öğrenecek değilim " deme, kendinden küçüğe. olsa olsa: " senden benim öğreneceğim, senin benden öğreneceklerinden azdır " de. böylesi, gerçek olmasa bile, mantıkça doğrudur.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

batı ve doğu

* doğuda elini iyi kullanana güçlü derler.
batıda kafasını iyi kullanana.

* -batılı kimdir ?
-doğudakine de önem veren
-doğulu kimdir?
-batidakine de önem vermeyen.
-davranış kimde ?
-batıda.
-tutum kimde?
-batıda.
-doğuda ne var?
-atlamsı unutumlar.
-seni bu konulardaki değişimler ve ilerlemeler haksız çıkarabilir mi?
-bence önemli olan şimdiki görüşümdür.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

iyilik kötülük

* kötünün içinde " iyi " bulunmayabilir. ama en iyinin içinde de " kötü " bulunabilir.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

mutluluk

* mutluluğun milyonları, mutsuzluğun milyarları vardır.

* şu adam, tek başına mutluluk daha çok doyurur sandığı için tek başına kaldı ve bu yüzden üstelik bir daha mutsuz..

* birisi mutsuzluğundan söz ediyorsa uzağında biri vardır..mutluluğundan söz ediliyorsa yakınında.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

dostluk ve ötesi:

* iyi dost dedi ki:
sana her şeyimi vereceğim..
büyük dost dedi ki:
sana her şeyimi anlatacağım.

* dostum...

arkamdan benim için söylenenleri bana ulaştıran araç.. bu, cılız insanın düşüncesidir...

düşmanım...

arkamdan benim için söylediklerini yüzüme karşı da söyleyen insan..
bu da, o cılız insanın dostunun düşüncesidir.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

cennet cehennem :

- cennetin kapısı neye sımsıkı kapalı böyle ?
- içindekiler kaçmasın deye.
öyleyse neden biz başka türlü beklettiler: içindekiler üşümesin diyedir dediler.







26 Temmuz 2011 Salı

Terk ettikten sonra geri dönen sevgili

öncelikle; " merhaba, iyi günler, nasılsınız.. bir sanata dönüştü mü sizin de travmalarınız! 

terk ettikten sonra geri dönen sevgili efsanesi, hey gidinin ızdırap dolu günleri hey. bunu benim en yakın arkadaşımın 4 yıllık sevgilisi yapmıştı yedi sekiz ay önce; ayrıldıktan bir gün sonra da başka kollara atılan sevgili olarak da kabuk değiştirmiş. pardon ama hakkını yememek lazım, o ayrıldıktan 3 gün sonra yeni sevgili edinmişti; internetten üstelik, şehir dışında görmediği, tanımadığı birisiyle. peki ayrıldıktan hemen sonra mı bu olayı gerçekleştirdi, tabi ki hayır. böyle bir riske giren şahsiyet, mutlaka ayrılık aşamasındayken bir ön hazırlık safhası oluşturmuştur. o da öyle yapmış, ayrılacağımıza yakın hoş bir diyalog oluşturmuş, geçen süreç içerisinde karşı cinsten randıman almış, arkadaşımla bağları kopardıktan sonra da olayı resmileştirmiş. böyle yapınca aldatmış, sadakatsizlik etmiş olmuyor, çünkü bu tip insanların kendilerine göre şekillendirdiği bir ahlak anlayışı var.size bir hikaye anlatayim mi, bir varmış hiç yokmuş..


hah siz şimdi kim bilir arkadaşın ne yaptın da hak ettin, demekki onu çoktan kaybetmiş ki böyle bir yola başvurmuştur diyeceksiniz, hay ağzınızı öpim. evet, bir sevgiliyi kaybetmenin bütün yollarını aşama aşama gerçekleştirdi. bakın söylüyorum yaptıklarını, ayağınızı denk alın, onun ve hepimiz gibi çok hismi insanların yaptığı hataları görüp siz yapmayın diye… “ben söylemiştim demiştim " demek çok acı bir şey biliyor musunuz ?

1- hayatında ondan daha değerli bir şey olmadığını her fırsatta ona hatırlattım.
2- bırakın aldatmayı, yalan bile söylemekten kaçındı.
3- her fırsatta onun yanındayken ne kadar mutlu olduğunu hatırlattım.
4- sevdiği her şeyi ezbere biliyordu.
5- tartışmalardan sonra hata onda olsa bile alttan alan hep o oluyordu.
6- onun için her şeyimden vazgeçebileğimi ona kanıtladı.
7- onsuz bir hiç olduğunu anlamasını sağladım.
8- sürekli o mutlu olsun diye çabaladı.
9- dünyada herkesten çok onu sevip, koşulsuz bağlandı.
10- aşkın gerçek anlamının o olduğuna inandığıma onun hissetmesini sağladı.

11- hayatındaki bütün değerli kimselerinden, arkadaşlarından hatta ailesinden öte tuttu.

diyor ki freud, ne diyor freud ? " bir insana vazgeçilmez olduğunu hissettirdiğinizde, ilk vazgeçeceği kişi siz olursunuz" 

tabi bu evreleri tamamladıktan sonra kendi özgürlüğünü yakalayıp, dilediğince at koşturacağı jenerasyonu bulduğunu sandığı an kıçına tekmeyi bastı. o darbenin hemen ardından 3 gün sonra yabancı bir yüze tıpkı arkadaşıma söylediği gibi "meleğim " dediğinden sonra ki hallerini ne kadar mübalağalasam anlatamam, yaşadıysanız bilirsiniz zaten. işin kötüsü bir de yeni sevgilisine onların şarkısı olan " beni bırakma " parçasını hediye etmiş, bir ömür boyu senin kalman dileğiyle seni çok seviyorum eşşek aşkım diye de eklemiş. ulan hadi ona söylediğin o özel sözleri için acımadan ona söyledin, dünyada başka parça mı yok, bari o derece küçülme.

" bırak gitsin, dönerse senindir diye bir şey yok, 

dönecek ! bir katil mutlaka olay mahalline geri döner " 

derken bir hafta sonra sanal aşkı tekmeyi basmış buna. bir de çocuk ayrılırken " neden bütün değer verdiklerim bana kazık atıyor " diye de müthiş bir ironi yapmış bizim kurnaz kızımız, geride bıraktığı enkazı düşünmeden. tabi yuvasız çalıkuşunun ayağı yere bastıktan sonra yaptığı pespayeliği anlayıp vicdanı tavan yapmış ki arkadaşıma mesaj çekip, " seni hala çok seviyor ve özlüyorum " diye yeniden aklını bulandırmış.. nasıl olur da bunu yaptın diyemeden, " her şeyi nefret ettirmek için yaptım, tezgahtı" demez mi, yalan söylediğini gün gibi bildiğim halde buna rağmen inandı çocuk. galiba o aralar ezel'e kendini fazla kaptırmıştı. aslında insan aptal değildir, aşk onun yaralarını örtsün diye aptallaştırır. O da öyle yaptı. çünkü o onun bile bile ladesiydi.. damarlarına zehri yayılmışken, bedeninden ruhundan atamazdı, sonunda yıkım olduğunu bilse de şiringa şiringa damarlarına enjekte edecekti. sonra ilişkilerinin ikinci üçüncü baharındaydılar, sonuncu güzüne doğru kaçınılmaz bir şekilde yol alıyorlardı. evet evet, bizim romantik gencimiz çok hisli ve bir o kadar da mahçup bir şahsiyetin tekiydi, üstelik aşk onu daha güçsüz kılmıştı ve bu da onun en iyi kılıfıydı. neden sonra barıştıklarından tam 8 ay sonra " heyecanım bitti artık " diye tekrar yarı yolda bırakıp, önceki kumpazlarının sinyallerini verdi. işin kötüsü tekrar bağlanıp tekrar güvendiği anda bunu yapması ruhu ve bedeninde kalıcı hasarlara yol açtı. tekrar yiyeceği tekmenin kokusunu hissetmişken, elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra sıra ayağından geleni yapmak kalmıştı. daha önceki ayrılışlarındaki yalvarmaları, sendromları, girdapları bir işe yaramayacaktı, bari güzel bir terk edilişi becerebilseydi... 

son konuşmalarında kararından dönmeyeceğini ve ne derse kaçınılmaz sonu engellemeyeceği bildiği halde " bir ömür boyu karşılıklı susalım, başka bir şey istemem, yeter ki yanımda ol " demiş, o bile fayda etmemiş. güçlü olmak için gitmeye söz verdiği konuşmada gardını düşürmüş. sonra aklıma metüst'ün bir vecizesi geldi;

--- spoiler ---

adam sevgilisine camdan dışarısını gösterir ve şöyle der: "bak sana hediye aldım."

kadın "iyi de birşey yok ki orada kuşlar ve ağaçlar var"

adam da "işte hediyem o. özgürlüğü hediye ediyorum sana, ilişkimiz bitti."

--- spoiler ---

O da aynen öyle yaptı, terk edenin giden değil kalanın olduğunu bilmesine rağmen.. kadın sustu, sarılmadılar, bir kitap düştü yere... kapandı bir pencere... ayrıldılar.. 

geçen ben de istatistiklerime baktım, en çok ilkbaharda terk edilmişim lan. ha bir de araştırmalarımdan sonra çoğı terk edilişin ardından geriye kalan enkazın dökümü, acı silsilesinin akıbeti şöyleymiş, 

* yavaş yavaş nefes almaya başlama 17 gün

 yemek yemek zorunda olduğunu fark etmen 14 gün
* sadece anıların acıtmaya başlaması 45 gün
* yanağında tebessümün belirdiğini hissetmen 56 gün
* yediğin yemekten tat almaya başlaman 90 gün
* anlık da olsa aklından çıkmaya başlaması 120 gün
* acıların yavaş yavaş yok olması 1 yıldan sonra
* elleri, ellerinin oluşunu duyduktan sonra kabullenme süresi 140 gün
* geçti artık deyip, rahatlama, oh be deme 1.5 yıl
* başka sevgilerde teselli bulduğunu sanıp gitgide eksilmen 1 yıl 7 ay
.* neden sonra bi gün seni tekrar ayağa kaldıracak elin omzuna değmesi, muallak..
* enkaza sebep olan bünyenin acısının seyri; ilk 1 yıl laylaylom'dan sonra sınırsız gün..

* rüyalardan çıkması, çok uzak geceler.

toparliyim;

hülasa, terk ettikten sonra geri dönmek;  hatalarını telafi edip olanları unutturmanın dışında deneyip deneyip yanıldıktan sonra seni koyduğu yerde bularak bir limanmışsın gibi sığınmak psiklojisiyle gerçekleşiyorsa kişiliksizlikten başka bir şey değildir. kötü bir ilişki, mutsuz bir son da olsa, bir ayrılığın en azından bir kaç hafta yası tutulmalı, karşı cinsin akıbetine bakmadan seviyesizliğini böyle gözler önüne sermemelisinizdir. bir de dipsiz kuyudan kurtulmaya çalışan yedek sevgiliye tekrar geri dönüp harap etmek insanın insana yapacağı en büyük kötülüktür. aşkta herkes kendinden sorumludur. önemli olan da o ne yaptı demeden kendi saflını yitirmemektir. sonuç olarak da yeni edindiğiniz sevgili egonozu tatmin etmekten öteye gitmez, o boşluk doldu sanırsınız, halbuki her ten sizin eksilişinizdir. bugün bir başkası için sizi terk eden, yarın bir başkası için terk edilecektir. Birinin ahını alıp, diğeriyle mutlu olamazsın, Allah var!

iş bu satırlarda "efendi bir erkeğin duygusal olarak katledilip piç erkeğe dönüşüm süreci"nin hikayesini dinlediniz. dilediğiniz oldu; selimciğim, artık bunca kirlenmiş kalp arasında temiz kalabilmenin var olduğunu hissettiren satırlar yazmayacak, aranıza hoş geldim, oysa ben çok iyi bir insandım lan, böyle olsun ister miydim ? o çok hisli selimciğim öldü, yaşasın ruhsuz selimciğim

özet geçiyorum: "bir insanı kaybetmek istiyorsanız çok sevin, 

o kendiliğinden siktir olup gider zaten "

Bir anda hayatınıza girip gelecekten bahsedenlerin, "her zaman yanındayım, sensiz yapamam" diyenlerin yalanını s*kip kaçın, yoksa onlar sizin ilk savunmasız anınızda ölümcül vuruşu indirir.





Yazılarımın devamına Selim Ağaçdalı ismiyle “Bizadanaliyik” instagram hesabımdan takip edebilirsiniz;

https://instagram.com/bizadanaliyik?igshid=YmMyMTA2M2Y=





14 Mayıs 2011 Cumartesi

bazen gidersin, sırf dönebilmek için

--- spoiler ---

-üff eski sevgilimi hatırladım ya
+hangisini?
-ya, işte onu hatırlıyamadım...

--- spoiler ---

" bir hayat izledim filmim değişti " 



KAYBEDENLER KULÜBÜ'den dem vuruyorum. ilk önce cüretkarlıkla sıkı bir tespitte bulunmak istiyorum; evet evet bunu yapacak kadar kıçıma güvenebilecek bir film izledim, o yüzden şuan için zarımı bu tespitimde yamulma ihtimaline rağmen kaybedenler kulübü için atıyorum, de hayde;

henüz hangi türde olduğunu kestiremedim fakat türk sinemasının en iyi beş filmi arasına girebilecek bir film olmuş, ezberi bozmuş ve türk sinema kültürüne bambaşka bir soluk getirmiştir. belki senaryosuyla belki de gerçek bir hikayenin aslına sadık kalınıp böylesi güzel bir senaryo ve oyunculuk başarısıyla vizyona aktarılmasından dolayı.. ayrıca film müzikler için yorum yapmak bile istemiyorum, melancholy man ve ışıkların kesilmesi sahnesinde hep bir ağızdan çakmaklar yakılarak söylenen asu maralman'ın " sigaramın dumanı da dumanı " parçası enfesti. insan böylesi güzel nostaljik parçaları nasıl olur da keşfedemez diye üzülüyor. gelelim filmin bendeki hikayesine ve hala aklımda dolanan o muazzam sahnelerinden sonraki izlenimlerime..

öncelikle böyle bir filmin vizyona gireceğini sanal ortamda fark ettim. adından olsa gerek ki; yediğin aşk tripleri atan, antin kuntin türk filmlerinden biri olduğunu düşündüm. velhasıl bir çok köşe yazarının bu film hakkındaki öngörülerini okuyunca merak ve ilgim aksi yönde arttı. bir an için önyargı tohumlarımı evcilleştirdim. derken senaryosu hakkında araştırma yaptım ve senaryonun bundan yıllar önce " kaybedenler kulübü " adında bir radyo programı yapan iki havadar titremenin hikayesinden harmanlandığını öğrendim. sonra dedim ki, kim lan bu kaybedenler kulubü ? tıp kı mete avunduk'un kimdir bu erol egemen sendromu gibi..

• • • • • •

bu herifler doksanlı yılların sonuna doğru kent fm aracılığıyla türkiyenin ilk radyosunu kurmuşlar. pek anarşist ve başkaları bizim yaptığımız bu işe ne der tribi olmadan, gayet samimi ve sansürsüz bir üslupla günlerce dinlenilebilme tedirginliği olmadan yayın yapmışlar. internetten programın eski kayıtlarına ulaştım. filmi izlemeden önce böylesi orjinal adamların varlığını nasıl keşfetmemişim diye büyük bir hayıflanmaya düştüm. uzun uzun dinledim ve olaylarını, jargonlarını anlamaya çalıştım. program içerisindeki üslupları, bu iki kafadar elemanın doğaçlama diyalogları, espri tarzları, programın gidişatını rahatlıkla plansız programsız bir şekilde muazzam bir halde sürüklemeleri, dinleyicileriyle çekinmeden ve gayet samimi bir şekilde başkalarının kuramayacağı cümlelerle muhattap olmaları müthiş bir tarz geldi bana. programı dinlemekle geçen her dakikayla beraber, nasıl da böylesi orjinal heriflerin varlığından bihaber değilmişim yakınmaları artıyordu. bir kaç dakikalığına da olsa, o yıllarda canlı canlı bu programa şahit olmak için nelerimi vermezdim, ama kısfmet olmamıştı işte, sonra hala program kayıtlarına ulaşalabilme ihtimali olduğu için sevindirik oldum.

herifler yalnızlığın dibine vuruyor, üstlelik bu ruh hallerini öylesine güzel tiye alıyorlardı ki, kaybeden olmayı benimsemiş bir havada mutsuzluklarıyla geçinebilmenin sanatını icra ediyorlardı belkide. muhabbet fonda viski şişelerinin tokuşturma sesiyle renkleniyor, muhabbet araları suskunlar yaşanıyor, zeki ve muhabbetleri güzel olan bu elemanların kafalarının güzel olmasıyla beraber kelimelere dökülemeyen hissiyatlar o yayında somutlaştırılıyordu. arada bir dinleyici muhabbete katılıyor, sanki kırk yıllık ahbapmışcasına konuya ortak oluyor, bazen bu elemanlar dinleyiciyi unutup muhabbete devam ederken, sessizliği fırsat bilip konuya ortam olmak isteyen bağyan dinleyicisinin, " e ben varım burda " demesinin ardından sizinle yatmış mıydık cevabı veriliyor. çok tuhaf ve bir o kadar da hoş..

• • • • • •

tabi ki diyaloglar, dinleyiciler ile bu iki kafadar elemanın arasında gelişen ayarsız muhabbetler, programın ambiyansı ile yaşanan enstantaneler, kullanılan jargonu bu kadar sığ değil; zaten programı dinleyince bu adamlar film olur diyorsun velhasıl dinlediğin bu manzara ile beyninde oluşturduğun ütopyada radyo programındaki elemanları, onların imgelerini, yaşam tarzlarını, bulundukları coğrafyayı koyacak bir yer bulamıyorsun, somutlaştıramıyorsun, özünü zedelemeden bu elemanların hikayelerini başka bir bedenlere yansıtıp olaylarını somutlaştırmaya korkuyorsun fakat gel gelelim bu çılgınca düşünceyi tolga örnek öylesine güzel bir şekilde hayata geçirmiş ki, film olması gereken bu iki titremenin radyo yayını ve yaşantıları, tekrar vücut bulmuş.. radyo programı için söylenecek çok şey var, bakın tolga örnek filmini yapmış, biz burda uzun uzun anlatsak ne fayda, o yüzden gelelim film anektodlarına..

• • • • • •

ben sıkı bir film takipçisi ve çoğunlukla filmi yerinde, sinemada izleyen bir bünye değilim. çevremde, vizyona girmeden ses getiren filmleri aylarca bekleyip heyecan duyan arkadaşlarım mevcut. yalnız bu konuda ben onlar kadar cesur olamıyorum. çünkü hem film kültürümün çıtasını düşürmekten korkuyorum hem de aylarca böyle heyecan duyup beklenti yarattığım filmleri izledikten sonra ufak bir endişe duyup o yapıtın bende uyandırdığı hayal kırıklığıyla film kültürümün zedelenmesini ve benim de sinemalara küsmemi istemiyorum. yakın zamanda heyecanla beklediğim tek film av mevsimiydi, vizyona girmeden gün sayıyordum ve girer girmez ilk günden sinemaya gitmeyi planlıyordum fakat kısmet olmadı. filmi haftalar sonra netten izledim, ne gariptir ki böyle geliştiği için de pişman olmadım. fakat bu filmin benden uyandırdığı ilk his çok farklı oldu ve hayatımda ilk defa bir filmi vizyona girdiği ilk gün izledim, hem de o gün, içinde bulunduğum olumsuz şartların hatsafhada olmasına rağmen..

film tutkunu ve kolay kolay bi boku beğenmeyen arkadaşlarımı örgütleyip sinemanın yolunu tuttuk. pek hevessizlerdi ve ben de ilk defa onlara böyle diretiyordum, çünkü ilk defa referans olduğum bir şey için bu kadar emindim. filme başlamadan önce sinemanın önünde vizyona giren fimlerin afişlerine gözümüz kaydı. hepsi de şaşalı, bütçesi yüksek, alengirli filmlerdi. birden yanımdaki arkadaşım " ulan biz niye böyle filmler yapamıyoruz, hepsi kıytırık, düşük bütçeli, komedi ya da duygusal aşk filmleri " diye hayıflandı. o an için suskunluğumla bu düşüncesine hak vermiş gibi görünsem de içten içe bu sızlanışın cevabını bir kaç dakika sonra kaybedenler kulubünün vereceğini biliyordum. film başladı ve ne talihsiz bir durumdur ki küçük salonda izleme şansı bulduk, biraz burun çevirdik ama olsundu..

daha ilk diyaloglarla beraber filmin bizde uyandırdığı yankıların büyük olacağının sinyallerini almıştık. yalnız benim karşılaşacağım küçük bir sürpriz vardı bundan dolayı üzüldüm. eski kayıtları dinlediğimden ötür filmde geçen repliklerin neredeyse % de seksenini biliyordum ve bir çok arkadaşımın o an için heyecanla duyduğu jargonları ben çoktan tüketmiştim ve tuhaf bir gülümsemeyle karşılıyordum. bu yüzden filmde eleştridiğim tek nokta bu oldu belkide. radyo yayınının orjinalinde bu iki eleman alkolle iyice puslanmış bir ses tonuyla muhabbetler kuruyor, filmdeki nejat işler ve yiğit özşener'in üslubundan daha karizmatik ve etkileyici bir şekilde üsluplarıyla büyülüyorlardı. yani radyo yayını esnasında bulundukları haller, şöyle kafada canlandırılmaya çalışılsa; daha dağılmış, alkol sızlanışlarıyla seslerin arada bölükleştiği, rakı masası fonunda sendelenen iki elemanın havadar tavırları rahatlıkla anlaşılabilirdi. nejat işler büründüğü karekterin hakkını vermişti fakat radyo yayını esnasındaki yiğit özşener ile geçen muhabbetleri beni doyurmadı. tabi böyle bir olumsuzluk mutlaka olur, böyle bir atasözü vardı, şuan aklıma gelmiyor, sonra iliştiririm..

neyse, filmde dikkat çeken en büyük ayrıntılar seks sahneleriydi, " aman ne ayıp, bu kadarı da oha " diye demiyorum, ben ilk defa böylesine müstehcen sahneleri toplum içerisinde olduğum halde utanmayarak ve gayet normal bir şekilde izledim. adamlar sevişmenin müstehcenliğinden sıyrılıp adeta sanat yapmışlar, bence bu detay türk filmlerindeki seks sahneleri kültürünün çığır aşan yanı olmuş. diğer yandan radyo yayının orjinallerinindeki dinleyici titremeleri o kadar güzel yansıtılmış ve dinleyicilerin mekanları ve bulundukları ruh halleriyle tavırları öylesine sağlam bir halde vücut bulmuş ki, belkide bu yanıyla orjinalinden daha gerçekçi bir hal yaratmış. takdir ettim. nejat işleri pek küstah buluyordum, karizmatikliği ve aylak adamlığıyla sükse yaratmaya çalıştığını zannediyordum fakat bu filmde öğrendim ki adam gerçekten tüm boşvermişliğine rağmen sevilebilecek bir tipmiş. yiğit özşener'in ise ilk defa ilişkisel anlamda bu kadar tempoda ve bol ekşınlı bir titremede olduğuna şahit oldum. normalde hep aciz, terk edilen, aşk ve seks hayatı nadasta olan rollerde gördük onu, bu iyi olmuş bak. olumsuz bulduğum diğer ve en büyük detayda, senaryoda olan repliklerin pek sığ kalması. öyle ki " çok yalnızım, kim lan bu erol egemen, standart, sizinleş yatmış mıydık " repliklerinden öteye gidilmemiş, oysa daha güzel ve yansıtılması gereken jargonlar ve diyaloglar vardı, keşke bu ayrıntıya dikkat edilseydi. diğer yandan senaryoya aşk da sıkıştırılmış, çok da iyi olmuş ve o bank sahnesindeki nejat işlerin mimikleri, hatunun " gitme de gitmiyeyim " sızlanışlarına rağmen, içerisinde delice gitme deme isteği olmasına rağmen bakışlarıyla güçlülüğünü koruması, aşkı için kimliğinden etkilenmeyip hatuna teslim olmaması beni çok etkiledi. zaten orada açıp kollarını gitme diyeydi, aha alışılageldik bir aşk senaryosu diye çok üzülür ve hayal kırıklığı yaşadık. orada herifin haline çok üzülsem de içimden derin bir oh çektim. bir de ben kaan caydamli ve mete avunduk'u bir şekilde bir kaç saniyede olsa filmde görme sürprizi bekliyordum, olmadı fakat, mutlaka bildikleri bir şey vardır elbet, belkide senaryonun büyüsünü bozmak istemediklerinden olsa gerek. şimdi ulaştım bir bilgiye göre de böyle bir teklifte bulunulmuş ve müdahale etmek istemediklerinden kabul etmemişler.

- "ne demiş orhan veli?"
+ "ne demiş?"
- "bilmiyorum ama illaki bir şey demiştir.

o değil de yiğit özşener'in annesi rolündeki hanımla kurmuş oldukları edebi içten diyaloglar gibi " anne- oğul muhabbetleri " var mı acaba bir yerlerde. ulan keşke o tarz diyaloglar kurabileceğim bir annem olsaydı. ben öyle bir anne henüz tanımadım, siz daha önce şahit olmuş muydunuz ?

• • • • • •

diyeceğim odur ki, dört dörtlük bir film olmuş. izlerken sadece filmden ibaret olduğunu hissettirmiyor, hayatın bir çok tespit edilmesi zor gerçeklerini midenize sağ ve sol kroşelerle indiriyor. sahneler arasındaki sıkıştırılmış ufak detaylar ve dinleyici titremeleri de muazzam yansıtılmış, hele ki sendromlarına bir son vermek isteyip ölümü düşünen ve kaybedenler kulübünü dinledikten sonra intiharın eşiğinden dönen o eleman, hemen arkasında beliren radyonun kayıt arşivi, taksi durağında pür dikkat yayını dinleyen amcalarımız, pencere kenarına utangaç bir tavırla mağrukça yayına ortak olmaya çalışan hanımkız, yiğit özşener'in seksi an ve an yaşatan o betimlemesinden sonra yakılan vücut bulmamış hayali orgazm sigaları enfes ötesi. diğer yandan da anlayacağım şu ki; loser olmanın her bünyeye nasip olmadığını ve herkesin bu kaybedişliğin vermiş olduğu saf huzuru taşıyabilemeyeceği. diğer bir sürpriz de ezel'den göz aşınalığı olduğumuz temmuz ( rıza kocaoğlu ) ve cengiz (yiğit özşener" karekterlerinin filmde bambaşka karekterle karşımızda olması, hele ki filmde gündelik sıradanlıkları ve tembelliğini öylesine sıradışı bir halde yansıtan bir rıza kocaoğlu var ki, belkide en çok güldüğümüz sahneler onunkiydi ve filme bambaşka bir renk katmış.

- kızların yanlışı ne biliyor musun?
- nedir ?
- önce bir erkeğin özelliklerine vurulur aşık olurlar, 

sonra o özellikleri, onun elinden almaya çalışırlar

yalnız korktuğum bir anektod şu ki, bu filmdeki repliklerin bir kaç gün sonra feysbuk ve twitterda tıp ki aşk tesadükleri sever gibi meze edilmesi. ama yanımdaki bir kaç kültürsüz arkadaşımın filmden bir şey anlamaması ve saçma bulması sayesinde bu korkum evcilleşti, her kesimin keşfedip benimseyeceği bir film değil. umarım öyle olur. ki zaten bildiğim kadarıyla kaybedenler kulübü radyo yayının son bulmasının nedeni de popüler kültürün mezesi olmaktan korkup bu gidişata bir son vermek için zirvede bırakmak değil miydi ?

dün best fm'e konuk olan tolga örnek " bu filmi popülizim ve maddiyat kaygısıyla yapmadık, ama gişenin iyi olmasıyla iyi bir maddi gelir olursa bunun için de üzülmeyiz " demişti, bu açıklama beni rahatlattı. bakın ben de üzerine basarak tedirginlikle belirtmek istiyorum, ki nolur bu film sasıl kaybedenler kulübünü hayata geçiren kaan caydamli ve mete avunduk'un gerçek hazinesine ve yaratmış oldukları bu kültüre istinaden popülizmin mezesi olmasın ve kaybedenler kulübünün zihnimizdeki o hali zedelenmesin..

eminim ki filmi izleyen bir çok insan, bundan sonraki hayatında bir kaan caydamli ve bir mete avunduk olmak istemiştir. belki loserliklerinin karizması için belki alengirli yaşamları için belki de içi dolu bir bünye olmalarına rağmen gideri oldukları halde hayattan rant sağlama derdi olmadan aylak bir yaşam tarzı seçmesinden ötürüdür ama ben en çok o banktaki aşka kimliğini teslim etmeyen adam olabilmek isterdim, çünkü bu güçlülükte olmak o kadar zor ki.. ha unutmadan; nejat işlerin filmdeki karekterini ıssız adamla özdeşleştirip aynı zamanda film için fight clup'dan esinlenilmiş çemkirmelerini yapanları ıslatıp kızılcık sopasıyla dövüyorlarmış, ben öyle duydum. afedersiniz ama bir siki de beğenin ve kulp takmayın be kardeşim.

satırlarımı programın eski radyo kayıtlarına ulaşabileceğiniz linklerle sonlandırmak istiyorum;

http://www.zoosland.com/trip/kaybedenler.asp 2000li yıllara ait kayıtlar

http://www.youtube.com/watch?v=qadjzrphocs eski kayıtlardan bir kısım

http://webarsiv.hurriyet.com.tr/...9/10/17/150627.asp kaan çaydamlı ve mete avunduk röportajı

http://soundcloud.com/...ybedenler-kulub-22-mart-2011 itü sözlük radyosunda özel yayın

http://www.mediafire.com/...0d07ba4d25fe710745d32c9dc akılda kalan kayıtlardan derleme


20 Mart 2011 Pazar

aynı yollardan geçiyoruz ayrı zamanlarda

( ..eylül akşamı'na dair sayıklamalar.. )


en olmadık anınızda kulağınızda yankılanırsa eğer, bilin ki bitmişsinizdir. vurucu, insanı hüzünden adama dönüştürebilen bir şarkıdır. sevgili bülent ortaçgil, eylül akşamlarının hüznünü öylesine enjekte etmiştir ki satırlara, her bir melodisi, her bir sözü yüreceğinizi deşeler. tesadüfler oluşturur parçanın mağruk hikayesini;  hoyratca anımsanan, gerçek olması insanı hafif sendeleyen tesadüfler.. 

uzak diye bir yer yoktur, aynı yollardan geçilir ayrı zamanlarda..

"aynı anda aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor demişizdir. 
aynı sabaha uyanırken kim bilir aynı düşü görmüşüzdür. olamaz mı?"

"belki benim kağıt param, bir şekilde, döne dolaşa senin cebine girmiştir.
belki aynı posta kutusuna değişik zamanlarda da olsa, birkaç mektup atmışızdır."

aman allahım, o nasıl tesadüfi bir sözdür öyle. belki de yeryüzünden düşlenen en güzel, en sıradan, en naif tesadüflerden biridir elbette. belki benim kağıt param, bir şekilde döne dolaşa...senin cebine girmiştir, demek hem yakar, hem de içten içe sevimli bir hüzün içerisine sokar insanı. yaşanmışlıklar hatırlanır, birbirinizden habersiz iki kalbin, farklı zamanlarda, aynı coğrafyalarda, aynı meridyende gerçekleştirmiş olduğu yaşanmışlıklar..

belki..belki o da bu bankta martılara yem atmıştır. daha sonra garip bir telaş içerisinde, çakıl taşı fırlatmıştır denize..güneş ne güzel batıyor yalnızlıklar ülkesinde, kimbilir, belki o da güneşin son elvedasına tanıklık etmiştir bu kıyıda..

aslında sevgili her yerdedir, gözlerimizin daldığı her yerde. sıcaktır duygular, fazla uzaklaşılmaz aşktan, hissedilir. nereye gitsen, neye dokunsan; eşyaların içerisinde gizlenen çağrışımlar yakalanır. acaba o da denir, acaba o da böyle bakmış mıdır pusluca, eylül akşamlarındaki ılık yağmura. sonra yanakları ıslanmış mıdır, dışardaki yağmurun ılıklığında..neden hiç kesişmemiştir yollarımız peki, bu eylül akşamlarından başka ?

dudaklarıma bir söz takılıyor, imgeler dolaşıyor hafızamda.. özdemirciğim asaf diyorum !

"sen bana bakma, ben senin baktığın yönde olurum"

nedensiz gelen tuhaf mutlulukların ardından kalbimizi örseleyen satırlar çıkagelir şarkıda.

"aynı anda başka insanlara, seni seviyorum demişizdir. 
mutlak güven duygusuyla, başımızı başka omuzlara dayamışızdır olamaz mı? olabilir."

güzelliklerin yanında acıtan şeyler de düşünülür. sevgilinin dilinde ıslanan duyulması en güzel sözcük belki yabancı gülüşlere sarfedilmiştir. oysa ne vardır, aynı anda, aynı zamanlarda, birbirinize seni seviyorum diyebilmek, çok mu geç kalınmıştır acaba..

kenarında köşesinden geberten bir hüzün, bir anda sizi bulutlara çıkaran mutlumsu hava vardır eylül akşamında. midemize sağ ve sol kroşeler inerken, belki o da burda diye tuhaf tesadüfleri düşler, ılık eylül akşamlarını güze çeviren bu darmadağın eden şarkıyla nutkumuz tutulur. üzülsekse, acısa da evcilleştirdiğimi yanlarımız; bülent ortaçgil bu şarkıda aşkı en güzel ve en duygulu haliyle fısıldamayı başarmıştır.  yürek ağrısı yaptığı için dinlenemeyen şarkılardan..ben yine de o ağrıya varım diyenler, açık pencelerinizi kapatın lütfen.




biraz müzik lütfen