21 Aralık 2010 Salı

küçük kara kutu ve arkası yarın hikayeleri

ne talihsizliktir ki, teknolojinin bayaca geliştiği bu zamanlarda yerini daha janjanlı aletlerin almasından mutevellit papucu dama atılan eski dosttur. özellikle 80lerin sonu 90larin başında cocuk ve genç olanlarin başucu eseriyken, şimdilerde radyo, önemsiz bir ırdavat gibi kenara atılmış halde mahsunca bekliyor. oysa bir zamanların küçük, sevimli, müzik heykelleri değil miydi onlar ? yatağımızın hemen yanıbaşında, geceler boyu uyku nöbetlerimizi bizle birlikte eşlik etmemişler miydi ? ilk sevdiğimiz şarkıları onlarla dinlemiş, sevdiklerimize olan mahçup aşklarımızı ilk onların sayesinde dokundurma fırsatı bulmamış mıydık ? radyo'nun şimdilerin mp3, cd playerlarınden daha çok albenisi ve heyecanı vardı bizler için. sevdiğimiz şarkı ve ya sanatçıları bu kadar çok tüketip, ucuza düşürmüyorduk hiç değilse. her melodinin ve her satırın ayrı bir önemi vardı bizler için. çünkü kaçıp gidiyordu zamanla beraber melodiler. her istediğimiz zaman karşımıza çıkmıyordu sevdiğimiz şarkılar. belki istediğimiz zamanlarda başka fmlerde gezinebiliyorduk ama müziğin işleyişi bizim elimizde değildi ya, işte işin bütün heyecanı buradaydı.

günlerce yatağımızın başında sevdiğimiz şarkıları beklerken uyuyakalırdık. bazen arkası yarınları dinlerken ertesi gün ki olacaklar için türlü hayaller üretirdik. acıtan bitap düştüğümüz anlarda ya da sevinç dolu saatlerimizde bu kara kutuyla haşır neşir olurken yanıbaşımızda bizimle uyuyan bir sevgili gibiydiler.. kolay taşınabilirliği olsun , maliyeti olsun hiç bir zararıda yoktu üstelik. bu manada hızlı bir şekilde yaygınlaşıp, acayip halde sevilen bir alet olmuştu. evde, işyerinde, arkadaşta, seyahatte bizimle birlikteydiler. hani ne zaman televizyon icat edildi, tüm mertliği bozuldu bu dostumuzun. bir anda tüm heyecanını yitirdi, yitittirildi ya da.. mp3 denilen sevimsiz şeyler çıktı bir anda. internetin kolay lokmacılığı da işin içine eklenince her şey değişti tabi. istediğin şarkıya, cüzzi bir fiyatla ulaşır olmuştu insanlar. tıkla indir pozisyonu ile hemen sahip oluyordun en kral şarkıcıya. bu da ister istemez sanatı ve sanatçıyı piyasaya düşürdü hiç süphesiz. albümler satmaz oldu, internetten hortlayan yapmacık şarkıcılar türedi. oysa, ayda yılda bir halde, bir haftalık sigara parasından ucuz olan albümler satın almak ne kadar batıyordu anlaşılır gibi değil doğrusu.

sonrasında üzerine ipod denilen çok amaçlı müzik şeysi çıkınca radyo' nun adı tarihe karıştı. güzel olan iyiye yönlenince çarklar tümden değişti tabi. şimdi düşünüyorum da her ne kadar müzik cebe bu kadar kolay ve ucuz bir şekilde düşmesine rağmen hala eksik olan bir şeyler var. şarkıların eski heyecanı kalmamış. kaset, ipod, mp3 gibi aşırı teknolojik şeyler daha sevimsiz geliyor. radyo kadar sıcak değiller bana, hiç biri o heyecanı vermiyor. en çok üzüldüğümde ise, hala bazı yayın organlarınca radyo kültürü devam ettirilmeye çalışılıyor, ya da büsbütün yozlaşıyor yeni tarifelerle. mp3 ve televizyon gölünde bir damla su gibi öylece kalıyor zavallı radyocuğumuz. kim ne derse desin, ne kadar çağdışı olarak algılansa da ben hala yatağımın başında o karakutuyla uyumak istiyorum. günlerce beklemek istiyorum sevdiğim şarkıları. yanar dönerli ipod şeysileri sizin olsun, verin bana küçük kara kutumu..


5 Aralık 2010 Pazar

onun mutluluğu için ondan vazgeçecek kadar sevmek

aşkın bencilliğinden kendinizi kurtarıp, kendi mutluluğunuzu unutup, karşı cins adına yüreğinizden bir şeyler koparmak, hüzünleri karşılamaktır. daimi hüzünleri. sevmek gitmektir bazen, bilirsiniz. öyle anlar gelir ki, yaşanan şeylerden sonra ilişkinin geleceğini görürsünüz. parçalanmışsınızdır, eksik kalmışsınızdır, tam karşıya geçecekken elinizden biri bırakmıştır. sen onla bütün aşklarını temize çekerken, gün gelip onun bunu hissettiği anda terk edilmişsinizdir. onun yanında bir saniye bile kalmanın dünyanın en güzel duygusu olduğunu bildiğiniz halde, onun sizinle mutlu olmadığını anladığınız anda, yapabileceğiniz tek şey kalır; gitmek.. "eh bilirsin, aşk onurlu olmalıdır."

onun mutluluğu için kendi mutsuzluğunuza gömülürsünüz. içten içe " istersen hiç başlamasın, bu hikaye yarım kalsın" satırları yüreciğinize işlerken bir sonun başlangıcına hazırlanır, kalabalık yalnızlığınıza merhaba dersiniz. vazçeçmek hiç bu kadar acı olmamıştır. düşünün be; neyden, neden, niçin vazgeçiyorsun ? ondan, mutlu olması için vazgeçiyorsun. trajikomik be. ve neden sonra vazgeçersin. sonra ne olur, mutlu mu ? korkmayın be, o yalnızlığını dağıtması için birine daha tutunur, mutsuzluk hayvanı yine yapışıp durur. şte o zaman der mi bilinmez, benim mutluluğum için mutsuzluğa merhaba diyen birileri vardı diye.. aslında onun mutluluğu adına vazgeçilmez. çünkü senden sonra onun kalbinin nereye çarpacağı bilinmez de ondan. ama senin bu ilişkide daha fazla acı çekmeyip onu unutman, karşıdaki kişinin de sizinle olmaya zorlanmasından kurtarmak adına yapabilecek en doğru iş vazgeçmektir. derken o'ndan vazgeçilir, sevgiden değil. o dediğiniz şey belki de dünyanız olsa bile..

" insan sevdiğini bırakmaz, sevmek bırakır insanı "  (selimcim / sözys )




25 Kasım 2010 Perşembe

bobi git eski günlerimi getir bana


tüm zamanların gelmiş geçmiş en heyecanlı ve mozaik çocukluk evresidir seksenlerin sonunda doksanların başında çocuk olmak. zira bu aralıkta büyümek değil de, çocukluğunu bu aralığa en güzel şekilde sığdırıp yaşatmaktır işin aslı. başka bir mekanda, başka bir zamanda aynı şiddet ve heyecanla bu ambiyansin yaşanabilmesi işe olanaksızdır üstelik. her ne kadar hızlı bir değişim ve kargaşa dönemi içerisinde dünya şaşkın gözlerle takıp edilse de, bu trajikortam ayrı bir heyecan katmıştır küçük bünyelere. özellikle seksenlerin sonu itibariyle dünyada yaşanan teknolojik vebilişsel gelişmelere ayak uydurmaya başlayıp her mevkide hızlı bir şekilde gelişmenin baş göstermeye başlayacağı türkiyemde, bir çok yeni heyecan sözünü ettiğimiz zaman aralığında hoşgeldin demiştir o zamanın şanslıbücürlerine. 

yaşlı yakınlarımızın hayıflanarak söylediği gibi " bizim zamanımızda bunlar mi vardı ? " diyerek kıskandığı afilli oyuncaklar, akşama kadar çizgi film yayınlayan özel kanallar, ışıldaklı ayakkabı karizmatorlugu, vurdulu kırdılı aterioyunları gibi bir çok levazımatla çocuklar bu dönemde tanışmış, çocukluğu daha bir eğlencelik ve yaratıcı bir çerçevede yakalama fırsatı bulmuşlardır. tabi şimdinin çocuklarının sahip olduğu şartları düşünecek olursak, baya bir uçurum olduğu gözlense de, bu dönemin en pozitif yanı kirlenmemiş bir çocukluk akışı içerisinde olduğunu bilmektir hiç şüphesiz. şimdikinin hiç bir şeyine değişilmez üstelik. ellerinde işin kılıçları, ucan arabalarla göklerde fink atan çocuklarda piyasaya fırlasa aynı heyecanı yakalamak gibi bir lüksleri olamaz hiçbir şekilde.

tabi bir de bütün bu güzelliklerin arkasında, gelişmeleri ikinci şahıs olarak takıp eden çocuklar vardır elbet. belki hiç bisikletleri olmamıştır, yanar dönerli toysrus oyuncaklarıyla oynama fırsatı yakalamamış, uzaktan kumandalı arabalarla karizma yapamamışlardır ama susam sokağını, kara şimşeği izlemiş, deli gibi zıplayarak yonca abladan birabone patlatmış, büyük hayallerle bisiklet, ateri kuponları biriktirip, bütün mahallenin tasolarını yutup satmak gibi ortak hayallerde birleşmişlerdir bir şekilde. bütün zamanını atari salonlarında geçirip, pazar günleri " parliament pazar geçesi sineması " adı altında yayınlanan batman i izlemek uğruna diğer günü okula geç kalmış olsanizda dünyanın en şanslı çocuğu sizsinizdir her şeye rağmen. zengin arkadaşlarından " bir tür versene " diye hönkürüp aldığın bisikletlerle dolaştığın mahalle, dünyalar kadar büyük gelir gözünde. yüzlerce gün biriktirdiğin harçlıklarınla aldığın ilk kramponu mutasyon geçirene kadar giyer, akraba ziyaretlerinde bile ayağından çıkarmazsın. radyoda dinlediğin arkası yarın programıyla o çocuk aklınla hülyalara dalar, küçük evi izleyip ilk gözyaşlarını dökersin bununla beraber. sonra mahalle kavgaları olur, komşu kızı taşınır sizin sokağın karşı caddesine. parayı aklına getirmez,aldatmayı ve yalanı hissetmezsin hiç bir zaman. küçük beyninle sadece seversin çıkarsızca. oyunlar ve arkadaşlar senin için en güzel mirastır. haberlerde battaniye altında izlediğin bosna savaşı rüyalarında kabus olur. çünkü bilirsin savaşın kötü bir şey olduğunu, yakıp yıktığını, dua edersin bu yüzden, üzülürsün ! o dönemlerde hayranı olduğun futbolculara özenir çizgi film ya da sinemalarda gördüğün her şeyi evde yapmaya çalışırsın. okulda öğrendiğin bilimsel deneyleri bahçende hayvanların üzerinde denerken eğlencen sınırlarını aşar olur. sapanları alıp kuş avına çıkarken ki kırdığın camların hesabını soran anneler sizin eve gelirken konuşulanları divan altından dinler kıkır kıkırgülersin..ama bilmezsin iste tekrar o güzel günlerin bir daha gelmeyeceğini, bu dönemde yaşanan hiç bir heyecanıntekerrür etmeyeceğini. sonra yıllardan sonra bir gün bu başlığı görünce boğazına düğümlenen bu kelimelerle beraber bir ah ulan ah şekersin derinden. seksenlerin sonunda doksanların başında çocuk olmak muhteşem bir yalnızlıktır, en heyecanlı kalabalıktır sende. yanı diyeceğim o ki, bu dönemde çocuk olmak başkadır başka..

bu yazılanların üzerine afiyet; yıllar sonra bu heyecanları hatırlayınca, sayın mungan'in şu güzelim sözü boğazına düğümlenmiyor değil; " başını bekliyorum geleceği olmayan hatıralarımın "


sevgi her $eye yetmiyor


demek ayrılacaksın benden. bu kez kararlısın ! peki unutabilecek misin ? yaşanan bunca şeyi hiç olmamış sayabilecek misin ? bana öyle geliyor ki, evlensen bile kolay kolay unutamayacaksın benihiç kimse hayatını mahvetmiş olduğu insanı kolay kolay unutamaz.ta başından beri kendine yediremediğin bir şey vardı bu beraberlikte. farkındaydım, geçer sanıyordum.hepimizin atlattığı kimi böylesi dönemler olmuştur yaşantımızda.kısa ya da uzun süren düşmanlık dönemleri yaşamışızdır.biliyorum, benim varlığımda seni tehdit eden, senin varlığını tehdit eden bir şey var sanıyorsun,seni tükettiğimi, seni usul usul öldürdüğümü düşünüyorsun.biliyorum, sevmek bir erkeği tehdit eden bir şeydir, bana bu yüzden düşmansın.kaç defadır deniyorsun ayrılığı. kaç gün sürüyor? her defasında nasıl acılar ve nasıl daha da büyümüş sorunlarla geri dönüyorsun.bunu her ikimiz de biliyoruz ve bedelini her ikimiz de ödüyoruz.

korkuyorsun, biliyorum. kendini bu korkulardan ayıklamak isterken ruhunu didikliyorsun.ruhuna yapışmış, çünkü. biliyorum, seziyorum, bu kez daha uzun gideceksin.sadece bana ve kendine daha uzun gidebileceğini, gidebildiğini kanıtlamak içinhatta gerekirse terk edebileceğini kanıtlamak için.üç ay, beş ay, hadi diyelim üç yıl, beş yıl, en fazla on yıl diyelim.peki sonra ? bir gün yine buraya dönmek isteyeceksin. o zaman ben burada olur muyum ? bıraktığın yerde olur muyum ? belki sesleneceksin bana, ses vermeyeceğim sana, duymayacağım seni.ağaça, toprağa, suya karışacağım. kentin gürültüsüne, gecenin ışıklı sokaklarına karışmış olacağımbaşka hayatlar tüketmiş olacak beni, başka çarşaflarda boğulmuş olacağım.kendi yaramı yalamaktan kurumuş olacak dilim, istesem de ses veremeyeceğim sana. yaralarımızı güneşe tutamayız bizler. gündüzleri saklanırız çünkü. örtünürüz. geceler ise güneşssizdir. yaralarımızla baş etmek yalnızca bize, o yorgun gücümüze kalmıştır.şimdi gideceğim diyorsun. bir daha hiç dönmeyeceğim diyorsun. peki git, çek git, ama bir gün döneceksen-ki döneceksin!-çok yazık olur bana, günah olur.ikimize de günah olur.

yeni bir ayrılığa, suskun gecen orman gecelerine dayanacak gücüm kalmadı artık. ne gidebiliyorsun, ne kalabiliyorsun; ne gecede ne gündüzde bir hayat kuramıyorsun kendine.dünyada bir yer edinemiyorsun. sancını bana da yaşatıyorsun üstelik.benim hanidir üstesinden geldiğim, aşıp geçtiğim sorunları,sıkıntıları bana yeniden yaşatıyorsun.senin yüzünden bir kez daha yaşamak zorunda kalıyorum bütün onları.beni üzerinden atlayıp geçtiğim şeylere yeniden sarıyorsun. beni anlamak yorgunu olduğum şeylerle yoruyorsun. saatlerce konuşmak isterdim daha. bütün sözcüklerle konuşmak.derin, sarsıcı cümleler bulmak isterdim.özetleme gücü yüksek benzetmeler yapmak isterdim.bugüne değin bütün öğrendiklerimi bir çırpıda anlatmak isterdim sana.ama bir işe yaramayacak biliyorum. ama hiçbir şey, hiçbir işe yaramayacak galiba. sevgi her şeye yetmiyor. sevgi hiçbir $eye yetmiyor.

                                                                                                                                                       m. mungan/ üç aynalı kırk oda


bir sevgiliyi kaybetmenin rehberi

• hayatınızda ondan daha değerli bir şey olmadığını her fırsatta ona hatırlatın.
• bırakın aldatmayı, yalan bile söylemeyin.
• her fırsatta onun yanındayken ne kadar mutlu olduğunuzu hatırlatın ona.
• sevdiği her şeyi ezbere bilin.
• tartışmalardan sonra hata onda olsa bile alttan alan hep siz olun.
• onun için her şeyinizden vazgeçebileğinizi ona kanıtlayın.
• onsuz bir hiç olduğunuzu anlamasını sağlayın.
• sürekli o mutlu olsun diye çabalayın.
• dünyada herkesten çok onu sevin, koşulsuz bağlanın.
• aşkın gerçek anlamının o olduğuna inandığınızı onun hissetmesini sağlayın.



ben denedim, % de 100 çalı$ıyor..


rehberimizi sevgili küçük iskender'in bir aforizmasıyla sonlandırmak istiyorum;


"bir insanı kaybetmek istiyorsanız çok sevin,
kendiliğinden siktir olup gider zaten..."


o yüzden ben simdi susuyorum ve kli$ele$mi$ can yücel $iirini tekrar hatırlatmak istiyorum;





kadın erkek ili$kilerinin evrimi


1) tanistigima memnun oldum mahmut
2) ne kadar komiksin sen mahmut
3) ne kadar da cok ortak yonlerimiz var mahmut
4) sana karsi bir seyler hissediyorum mahmut
5) seni seviyorum mahmut
6) senin icin olurum, sana tapiyorum mahmut
7) seni ailemle tanistirmak istiyorummahmut

iste bu laylaylom donemlerinden sonra duygular duraklama ve gerileme donemine $u sekilde girer;

8) hani bir daha o sozu soylemiyecektin mahmut
9) bana o kizla konusmayacagina soz vermistin mahmut
10) seni dun y ile gormusler mahmut
11) lutfen sonra konusalim simdi defol mahmut
12) artik seninle gorusmek istemiyorum mahmut
12) allah belani versin mahmut

21 Kasım 2010 Pazar

mektubu mu buldun mu ?

naif sesine aşık olduğumuz pamuk sesli göksel kızımızın eski 45likleri yeniden soluklandırıp taçlandırdığı süper ötesi bir başucu albümü. şarkıların hepsi birbirinden güzel, playlistte dinlerken herhangi birini ön sıraya koyma derdi falan da yok. neresinden tutsan ayrı bir keyif ayrı bir heyecan. parçaları tek tek dinleyince hepsinden ayrı bir yorum, ayrı bir tanım çıkardım. umarım paylaşımım yerinde ve yol gösterici olur.

öhm öhm..

************

" inanmam "
süperstarımız ajda pekkan tarafından yıllar önce tanıştığımız muazzam bir eser. söz; fikret şeneş, müzik; stilianos vlavianos'a ait. göksel'in yorumuyla beraber daha çok yıllanmış, yeni bir soluk almış. her melodisinde insanın damarlarına işleyen, mutlu gibi gözüküp hüzün veren bir şarkı. sevgili göksel, özellikle acıdan mayhoş düşmüş bir halde yorumlamış bu parçayı. nakarat sonlarındaki keman introsu ayrı bir güzellikte, yaz akşamlarının hüzün dolu saatlerine götürüyor insanı. ah çektiriyor.

************

"çaresizim"

eski 45liklerden, nostaljik bir ayrılık parçası. daha zuhal olcay'ın başucu şarkıları adlı albümünden tanımış, pek beğenmiştik. şarkının söz ve müziği " affetmem " şarkısıyla tanıdığımız 90lı yılların pop şarkıcısı funda' ya ait. şimdi göksel yorumu ile tekrar aşık olduk. parça bestesinden öte sözleriyle dikkat çekiyor. ayrılığın soğuk yüzünü hissettiriyor. neyse ki göksel öyle sıcak yorumluyor ki, o soğukluğu unutup içimiz ısınıyor.

"bir gün gelir aşk biter
insafsızca terk eder
bütün bunların ardından
sadece gözyaşı kalır"

************

"dudaklarımda arzu"
mavi gözleriyle ışık saçan prensesimiz emel sayın tarafından kulak aşinası olduğumuz güzide bir eser idi. evet idi; çünkü artık şimdiki zaman itibariyle sevgili göksel ile beraber yeniden doğmuş, farklı bir yorum kazanmıştır. parçada kullanılan enstrümanlar, göksel'in içli ve eğlencelik yorumu takdir edilesi güzellikte. parçanın sözleri sevim yücealp' e, bestesini ise sadettin öktenay yapmış. türk pop müziğinin güzide eserlerinden, unutulmayacak nostaljikbir parça.

************

"gülmek için yaratılmış"

evet, ferdi özbeğen yorumuyla dinlemiştik bu eseri. pek beğenmiştik, güzel de seslendirmişti. daha sonra kıraçcoverladı, hayli ilgi çekti. kafasında kovboy şapkası, elinde gitarı, hafif rock ile harmanlayıp bu arajman parçaya bambaşka bir hava kattı. derken göksel'in mektubumu buldun mu adlı harika bir eseri çıkıverdi, biz bütün bunların hepsini unutup, kendisinin bu fevkalede yorumunu dinlemeye başladık.

"gülmek için yaratılmış, gözlerde yaşlar niye" dediğinde ağlamaya, hüzünlüce tebessümler atmaya başladık. iddialara göre de göksel'in bu albümdeki en güzel yorumu. ben onların yalancısıyım, kendi favori şarkımı entryimin sonunda açıklayacağım.

devam edelim..

************

" mektubumu buldun mu "
gönül yazar imzalı albümün isim şarkısı. düşünüyorum da keşke 70lerde yaşasaymışız biz. bu güzelim pop şarkılarını, içten yorumları 2000lerde bulmak öyle zor ki. parça o kadar güzel ki, zaman makinasına atlayıp o senelerdeki ambiyansla bu parçayı plaklarda dinleme isteği yaratıyor. böyle bir hayıflanma olsa da sevgili göksel bizlerin bu düşüncesini hissetmiş olacak ki, kendisi zaman makinasına atlayıp bizler için bu parçanın kollarından tutup getirmiş, beraberinde diğer hazine tadındaki güzide parçaları da tabi. çok içten, çok hisli, muazzam bir yorum.

************

" baksana talihe "

parça 1960lı yıllarda ilk marjanda tarafından " kavir del " isminde yorumlanıp, özünde iran halk şarkısıdır. daha sonra kargo' nun elemanlarında selim öztürk ve burak karataş tarafından aranje edilip göksel ile beraber tekrar hayat bulmuştur. oldukça leziz, hoş bir yorum. şarkıyı dinlerken içiniz kıpır kıpır oluyor.göksel'in diğer yorumlarındaki gibi kendisine özgü bir hal almış. albümün göze batan joker parçalarından biri. şahsımca da en güzelidir, zarımı hiç düşünmeden bu güzelim yorum için atabilirim.
telepabi'nin uyarısıyla ajda pekkan yorumunu dinleme şansı buldum, değinmemek hata olur. sesinin rengine cup gibi oturmuş parça, iç geçirten bir havada söylenmiş süperstar.

************

" ağlamak güzeldir "

söz müzik sezen aksu demeden kendini belli edebilen bir eser zaten. başka kim böyle yalnızlığın bir yanından tutarak hem ağlatır hem de tatlı tatlı gülümsetebilir ki ? minik serçemizin yıllar önce bize armağan ettiği bu parçayı şimdilerde göksel muhteşem ve naif sesiyle ıslandırıp tekrar önümüze afiyet olarak koymuş. göksel daha önce sezen aksu'nun kurşuni renkler'ini yorumlamıştı. buğulu bir sesle, arkadan gelen piyano ile beraber öylesine güzel yorumlamıştı ki, bizlere sadece dinlemek ve acı çekmek kalmıştı. sezen ablamızdan özür dileyerek belirtmek istiyorum ki, göksel bu iki şarkıyla beraber bestecisini unutturup adeta yeniden doğurup büyüttüğü bir şarkı haline getirmiş. öylesine başka öylesine kendine has.

************

" bilemedim "
gönül akkor'un 1972 çıkışlı 45'liğinde seslendirdiği şarkıydı. sözleri aşık sait'e, bestesi bora ayanoğlu'na ait. göksel' de bizlere eziyet çektirircesine bir yorum ortaya koymuş. bu güzelim türküyü içli sesiyle yüreciklere sol ve sağ kroşeler olarak göndermiş. canı sağola.

************

" senden başka "

önce füsun önal, daha sonra da emel sayın tarafından türk filmlerinde sıkca duyduğumuz kıpır kıpır bir parçaydı. şarkının sözlerinde öylesine güzel nameler ve dizeler yer alırdı ki, bir aşk ancak bu kadar ifade edilebilirdi. " dizlerim titrerdi seni görünce" derken içinde yaşadığımız aşkı yad eder, söylerken de tekrar dizlerimiz titrerdi. öylesine içten ve saftı bu parça. senden başkaaa..senden başkaaa.. diye dillerde marş gibi söylerdik. aa sonra tam unutmuşken göksel'in albümüde rastladık. kendi pamuk kalbini şarkıya öyle naksetmiş ki, bal gibim kaymak gibim bir parça ortaya çıkmış. hopur hopur hopurdatıyor adamı dinlendikçe.

************

" güle güle sana "

sözlerin: yeşil giresunlu'ya , bestenin ise: vasco renndal' a ait olduğu yine 70lerden nostaljik bir eser. yaz bekarı isimli filmi dinleyipte kapanışındaki selçuk ural'un bu güzelim vurucu şarkısını dinlemediyseniz çok şey kaçırmışsınızdır. hoş onu kaçırdıysanız üzülmeyin. göksel bu albümde o eski tadı tekrar vermiş, gözlerimizde boncuk boncuk yaşlar akıtmıştır, geçmişler olsun.

************

" şimdi sen varsın "
seyyal taner seslendirmişti yıllar önce. aşinaydık, bilirdik; fakat göksel kızımızın yorumuyla beraber söylemekten dudaklarımız yorulur hale geldi. ayrıca sevgiliye söylenebilecek en içlive güzel sözleri içerisinde barındırır.

"şimdi sen varsın yaşamak güzel
her yer aydınlık mutluyum ben"

" sen tanrı'nın bana verdiği nefessin"
sen yıllardan sonra bulduğum neşesin" daha başka ne söylenebilir ki sevgiliye ?

************

" sen bensiz ben sensiz "

beste teoman alpay'ın; güfte,hikmet münir ebcioğlu'nun. yaz akşamlarından kalma, ıslanmış caddelerde kalan hatıralarda, tavernaların sarhoş masalarında saklanmış, yitik bir aşkın hazin dolu şarkısı. enfes bir eserdir. kimse duysun bilsin istemem. korkuyordum biri farkeder de katleder diye, deniz seki tarafindan "a$kların en güzeli " adli coverında da endişelenmiştim. şimdi gönlüm ferah, artık onun sıcak kucaklarında büyüyecek. oh ne güzel olmuş. türkan şoray vecüneyt arkın'in paylastığı "aşk mabudesi" isimli filmin müziğiydi, izledikçe ağlardık, şimdi tekrar hatırlayıp hüzünleneceğiz, ne bitmez derdimiz varmış be abi.

************

diyeceğim o ki en güzel köşelerde saklanması gereken bir başucu albümü olmuştur. "karar verdim", "ay' da yürüdüm" albümleriyle kendisi için endişelendiğimiz göksel'in yeniden bir masal prensimiz olduğunu kanıtlandırmıştır. kendisinin 1970lerden gelen müthiş bir pop şarkısıcı olduğunu, bu dünyanın müzisyeni olmadığını bizlere göstermiştir.

şahsen feridun düzağaç'ın " uykusuza masallar", yaşar'ın " dem" albümlerinden sonra benim 3. başucu eserim oldu. bu güzelim şarkıları hemen tüketmemek için en güzel anlarıma saklayacağım. kutlu olsun bana, öpücükler olsun güzel gülüşlü bağyana :göksel

en sevdiklerinizle
en güzel anlarınızda
dinleme..dinletme dileğiyle..ho$cakalın..

hüzünlü bir günü..adana dolayları..saat dört buçuğa vurmu$ken..mektubumu buldun mu albümü bilmem kaçıncı kez winampta dönüyor bilmem..


20 Kasım 2010 Cumartesi

gel bak bir elimde gökyüzü var hala ! / sözys


sabah sabah beni günahlara zorlayan, şu aydınlık günümü karanlıklara boğan feridun düzağaç parçası. lan kendimi açık bir pencereden boşluğa mı bıraksam; yemedi, etraftaki cam kırıklarıyla bileklerimi mi parçalasam; yok erkekliğime yediremedim, kutularca alkol alıp, sabahı herhangi bir yerin herhangi bir bankında bertaraf bir şekilde mi karşılasam bilemedim. az çok müzik hakkında mürekkep yalamışlığım var; ancak bu şarkı öyle bir kalitede ki; hakkında yorumlar sunup, değerlendirmelerde bulunma şerefine ben nail olamam. ha ancak içerimde yarattığı psikolojik bunalımlardan bahsedip, " aman sakın siz yapmayın " gibilerinden uyarılarda bulunabilirim;

hani mutlu gibi gözüküp hüzün veren şarkılar olur ya; işte feridun düzağaç'ın " beni bırakma " parçası da buna örnek teşkil edebilecek cinsten. şarkının introsundan " aha şimdi eğlencelik bir feridun abi şarkısı geliyor " diye beklerken, "belki güneş bir gün bizim için doğar" cümlesiyle beraber ince bir silkelenme yaşıyorsun. daha bu sözle beraber bütün hayati reeksiyonların darmadağan oluyor ve akıp giden diğer melodiyle birlikte acı veren satırlar kulağında yankılanıyor:

"kimse kimsenin herşeyi olamaz-mış (!) " aşk olsun be feridun abi, biz ne güzel birbirimizi kandırıyorduk, ne gereği var polyannacılıktan uyandırmanın, değil mi ama ?

"di-li geçmişten tek yaramsın sen" nasıl bir cümledir bu yarabbim; neresinden yakalasan acı, neresinden baksan geçmiş çalkantılarının hüznü geliyor aklına; üzülüyorsun, eski yaraların depreşiyor, bu sözle beraber geçmiş acılarına bir tuz da feridun abi bandırıyor, iyi mi..

sonrasında " bir elimde gökyüzü var hala " diyor feridun düzağaç. oradaki " hala " sözüne dikkat ama ! haklı tabi, bu kadar acıya rağmen, bu kadar parçalanışa rağmen " hala " demek, ayakta kalabilmek, büyük bir onur. e bir elimde gökyüzü var hala, peki diğerinde diyorsun; 

"diğerinde kayıp giden yıldızlar." 

olmadı burası işte. bir yanda umut, diğer yanda korkular. burada aklıma " istersen hiç başlamasın " şiiri geliyor; çünkü sonunda yine bir acının çıkageleceğini hissediyorsun. varsın başlamasın, bu sefer de kalbim parçalanmasın istiyorsun, ama nafile işte; o masal günü gelinceye kadar susuyorsun. işte sen bu hayıflanmalarla şarkıda perem perem olmuşken, nakarat kısmındaki " lala lala.." nidasıyla beraber biraz olsun içine mutluluk düşüyor. bakın efendim, buradaki " lala lala " nidası herhangi bir haykırıştan ibaret değildir, utanmasam bunu başlığa taşır, ayrı birçözümleme yaparım. yani o kadar büyük bir anlam taşıyor şarkıda. ki arada bir " lala lala" çekmese feridun abi, mutlaka kendimi camdan aşşağı atarım şerefsizim. o kadar hüznün ardından, bir an da elinden tutuyor bu nida. yani şarkıdaki tek bir notadan tut, bütün sözcüklerle beraber; hepsi özellikle tasarlanıp hayata geçirilmiş gibi. sanki feridun abi " dur lan ben bir şarkı yapayım, millet dinlesin dinlesin intihar etsin " gibi bir istek söz konusu. canın sağolsun be feridun abicim, ölümümüz senin şarkılarınla olsun ne var.

sonuç olarak bu şarkının girişiyle beraber darmadağan olan hayatın sabahında, " neredeyim ben " haykırışlarıyla kendini bir yerde buluyorsun. dün geceden aklında kalan tek şey " laa laa" iniltileri sadece. bir şarkıyla, bir sözle, birnotayla beraber, bilinçaltının derinliklerinde kalan acılarınla yüzleşiyor,geçmiş yaralarına tuz basıyorsun. 

aşk olsun feridun abi sana, aşk olsun. biz yıllarca kendimizi kandıraraktan, baştan sonra siyah çizgilerin içinde küçücük mavilerimizi kovalayaraktan geçinip gidiyorduk. oldu mu şimdi yalanımızı çıkarmak, kendi kandırıkçılığımızıdeşifre etmek, oldu mu ? ne sen bu şarkıyı yazmış ol, ne de ben duyup perişan olmuş, olur mu.. yine de biz hiç bir şeyden haberdar değilmiş gibi ısmarlanmış aşklarımıza devam edelim, yoksa böyle geçer mi dünya, geçer mi feridun abi söyle ?

son olarak kendisinden arzum: acaba kendisine sözlük accountumu versem, bu zat-ı muhterem de feridun düzağaç kimliğinden çıkıp, herhangi bir yazar olarak bu şarkı için bir şeyler döktürse acaba uygun olur mu? eğer bu saçmalıklarımı okuyorsa bu isteğime kulak verir de, bizim için bir şeyler karalar mı ? yoksa burada çıldıracağım ben, bu şarkıyı bizi öldürmek için mi yazdın abi ?

illa ki edit: rahat uyu cemal süreya, rahat uyu özdemir asaf; arkanda kolları acı dolu imgelerle yüklü koskoca bir edebiyat kaçkını var (!)

sözys- selimciğim bilmem ney


sevgiliyi gittiği yönde kaybolana dek izlemek


en masum, en heyecanlı zaman uzatma eylemlerinin gerçekleştirildiği akvitedir..

sevgiliyi evine ya da herhangi bir gideceği yere bırakmak üzere yola çıkarsınız. attığınız her adımdan sonra, gideceği yeri hissettiğinizden, o ayrılış mahalline yaklaştığınız her bir an yüreciğinizden bir şeyler kopar. evet, bir kez daha göreceğini bilirsiniz; ama gönül bu, dayanamaz. her vedalaşma, sizin için ayrı bir hüzündür. her zamanki beklediğiniz köşede vedalaşma sahnesi yaşanır. öpücüklerin ve öğütlerin sonu gelmez, gelmesini de istemezsiniz zaten.

dikkat et sevgilim olur mu, yemeğini yemeyi unutma, ilaçlarını iç, bak dik..

derken vakit tamamdır, gitme vakti gelmiş de geçiyordur. sevgili size son buseyi usulca dokundurduktan sonra olay mahallinden hüzünlüce akmaya başlar. onun her bir adımı sizin cehenneme gittiğinizi hissettiren acı dolu bir andır. arkasından bakıp, masumane bir tavırla kaybolana dek izlemek, geri gelir mi acaba diye ümitlenip, dönüp dönüp bakmasına içlenmek, sonra siz bundan bir kaç dakika öncesini düşünürken kayboluşunu izlemek, heyecan ve müthiş bir hüzünle karışık trajik bir olaydır. keşke gelsindir;ama gelemezdir. buralar gitsindir; ama o gitmesindir. ve daha sonra;

sevgilinin önce gövdesi, sonra bacası, en son da dumanı gözden kaybolur..
bir masal perisi gibi düşlere karışır..  sözys-selimciğim bilmem ney


biraz müzik lütfen